İngiltere’de en çok şaşırdığım şeylerden biri hemen hemen herkesin bir evcil hayvanı olmasıydı. Evcil hayvandan kastım sadece pazarda satılan civcivler, akvaryumdaki balıklar değil. İnsanların sorumluluklarını aldıkları, gerçekten iyi baktıkları kediler, köpekler, tavşanlar… Tabi orada evcil hayvanlara bakmak için olanaklar daha fazla. Bir kere evlerin yapıları müsait. Parklar, bahçeler gani gani… Durum böyle olunca herkesin evcil hayvanı oluyor.
Ben oraya gitmeden önce korkuyordum bütün hayvanlardan. Mesela kediye, köpeğe dokunamazdım. Beverley’nin 3 köpeği vardı. Hepsini o kadar çok seviyordu ki. Hayattaki tek uğraşı oğulcuklarıydı (köpekleri). Ben oradayken Beverley bir köpek daha aldı ve evin içerisinde 4 köpeği oldu. Hepsi aynı cinsin farklı renkleriydi. Hele en son aldığı köpek… Nasıl tatlıydı. Geldiğinde yürümeyi bilmiyordu. Ufacık, sarı tüylü minnoş bir köpekçikti. Adı da Lili’ydi. Lili ve ben o kadar benziyorduk ki. İkimiz de sarı tüylüydük, ikimiz de sürekli acıkıyorduk ve ikimiz de annemizden ayrıldığımız için üzgündük.
Ben evde 4 köpekle olmaya alışmaya çalışırken, Beverley’nin evininin yakınlarına taşınan kız kardeşi, ev taşınırken iki haftalığına bakması için 3 köpeğinin Beverley’e verdi. Evde totalde 7 köpek oldu böylece. Evde 7 köpek olması tam bir facia. Bir kere koştukları anda Osmanlı ordusu sefere gelmiş gibi hissediyorsun. 28 tane ayak aynı anda o güzelim parkelerde pıtı pıtı pıtı koşuyorlar…
Ben 7 tane köpeği bile zar zor anlıyorken Beverley yan komşusunun 30 kedi baktığını söyleyince şok oldum. 30 kedi ne demek? İlk sorduğum soru, “Onları nasıl yıkıyor?” olmuştu. Hortumla üstlerine su tutarak yıkıyordu. Gerçekten çılgın bir kadındı. İki aylığına gitmişim, ortalığı karıştırıp kimsenin huzurunu kaçırmayayım dedim. Hiç ses etmedim çılgınlıklarına.
Etrafında sana benzeyen insanların olmaması biraz buruk bir duygu. Onun için İngiltere’de Türklük benim için acayip önemli bir olgu oldu. Türk birini görünce sevinçten çıldırıyordum. İngiltere’nin en güzel yanlarından biri de bana kazandırdığı arkadaşlıklar oldu. Oradaki azıcık olan Türk arkadaşlarımdan Kübra hâlâ görüştüğüm, çok sevdiğim biri. Onunla aynı evde kalmıştık. Yanında sana biraz da olsa benzeyen biri olunca her şey daha eğlenceli oluyor. Kübra ile Türklüğümüz birleştirmişti bizi. Beverley’nin evinde bir paket çekirdeği çılgınlar gibi yerken ikimizden başka kimse ne yaptığımızı, neden mutlu olduğumuzu anlamıyordu. Onlara çekirdek çitlemenin birleştirici gücünü, gıybetle olan doğru orantısını falan anlatmadık.
Türk örf ve adetlerine göre İngiltere çok cool kalıyor. Ben kendi ailemi modern, geniş falan diye adlandırırken orada biz muhafazakâr kalıyoruz. Yani ben hâlâ babama “Baba ya akşama benim sevgilim gelecek yemeğe” tarzında bir şey söyleyemem. Söylesem de zaten babam bunu kaldıramaz. Biz babamı acile kaldırırız.
İngiltere’de ise durum farklı. Ailelerin asli görevi çocuklarının sevgilileri olmasına müsaade etmemek değil, sevgililerinden çocukları olmamasına ve hastalık kapmamalarına dikkat etmek. Bunun için de hem aileler hem toplum hem de devlet çalışıyor. Herkesi denetlemedim orada ama tanıştığım ailelerle konuşunca öğrendim birçok şeyi. Mesela televizyonlar yani medya bile bu konu hakkında yayınlar yapıyor, konuyu önemsiyor. Bazı kanallarda saat 10’dan sonra cinsel sağlık programları başlıyordu. Gerçekten fikri çok beğendim, eğitici şeyleri severim. Sadece programın formatı benim şahsi ahlak anlayışıma tersti o yüzden çok izlememiştim. Programda önce İngiltere’nin demografik bilgileri veriliyor. Sonra gençlerin cinsel hayatlarının başlama yaşı gibi bilgiler veriliyor. (Rakamlar korkunçtu. 10 yaş bile vardı. Bu programlarda bunun ne kadar tehlikeli olduğu anlatılıyordu zaten.) Bilgiler verildikten sonra o gün hangi yaş grubunu ya da hastalığı ya da başka bir özelliği seçtilerse onun üzerinden devam ediyordu program. Örneğin kontrolsüz cinsellik aids olma ihtimalini arttırır. Buraya kadar her şey çok güzel. Buradan sonra benim pek sevmediğim bir kısım başlıyor. Belki ben de Türkiye’de yetişmenin verdiği muhafazakârlıkla sevmiyorum. Tabi benim sevmemen programı kötü yapmaz. O programı şu an ülkemizde yayınlanan o saçma programlara (Evleneceksen Gel, Kısmetse Olur, Evlen benimle….) tercih ederim. Eğitim kısmı bitince sokak kısmı başlıyor programın. Programın sunucusu, konu hakkında birkaç uzman kişi sokağa çıkıyorlar. Sokakta paravanla kapatılan ufak bir muayenehane gibi bir yer yapılıyor. Ardından sokaktaki gözlerine kestirdikleri genç erkekleri veya kadınları durduruyorlar. Bunlar hep teenage çocuklar. Onlara önce birkaç soru soruyorlar cinsel hayatları ile ilgili. Sonra kabul edenleri muayeneye alıyorlar. İşte ben bu sokakta muayene olayını pek sevmedim. Ne bileyim… İki ay İngiltere’de kalıp da sırf kaş-bıyık alışveriş merkezlerinde ulu orta yerlerde alınıyor diye kaşımı bıyığımı aldırmamış insanım. Bana ters gelmesi normal. Tabi orada on yaşa kadar düşmüş cinsel hayatı durdurmak için, kontrolsüz gebelikleri engellemek için böyle bir şeyleri yapmalarını takdir ediyorum. Sadece ulu orta olması kısmını sevmedim. Sevmesem de beni çağırmadıkları sürece sıkıntı yok. Herkes istediğini yapsın.
Ben İngiltere’de Manchester’da kaldım. Başka yerlerine gittim elbette ama hep yakın yerlere. Sadece bir kere Bank Holiday diye 3 günlük bir tatil vardı, o zaman Londra’ya gittim. Londra Manchester’a 6 saat. Londra’da annemle babamın arkadaşları, benim de çok sevdiğim Kemal amca, Evrim teyze ve çocukları yaşıyordu. Onların yanında kaldım iki gün. Gerçekten annemi babamı İngiltere’de görsem o kadar sevinirdim. Bana Türk yemekleri yapmışlardı. Meyve yedim bir sürü. Harikaydı. Sanki İstanbul’da yaşarken Adana’ya gitmiş gibi oldum. Öyle memleket, öyle sıcaktı.
İngiltere’ye gidip iki ay kaldım ama üzerine milyon tane yazı yazabilirim çünkü ben aşırı meraklıyım ve orada yaşadığım her şey tuhaftı. Aslında en büyük tuhaflık da hâlâ beraber olduğum erkek arkadaşımla da orada tanışmam. Ona tuhaflık değil de tesadüf diyorduk değil mi? Bir de aşk tesadüfleri sever… Belki bu da başka bir yazının konusu olur.